|
Rehber :
|
|
|
|
Kullanıcı Adı:
Parola:
|
|
|
|
|
|
KÜLTÜR
KÜLTÜRÜN TARİHİ GELİŞİMİ
Bilinen tarihi geçmişi en az 4000 yıl öncesine dayanan Trabzon, konumu itibarıyla
tarihin bütün evrelerinde tüm dünyanın ilgisini çekmiş ender kentlerden biridir.
Coğrafi önemi, tam bir geçiş noktasında bulunması, değişik medeniyetlere ev sahipliği
yapması Trabzon'u önemli kılan etkenlerin başında gelmektedir. Böylesine köklü geçmişe
sahip bir kentin kültürel hayatı da renkli olmak zorundadır. Bir kere Trabzon bildiğimiz
"kent kültürü"nü yüzyıllardan bu yana bünyesinde yaşatmaktadır. Ticari ve idari
merkez olarak Trabzon'da yüzyılların ötesinden bu yana kurulu bulunan eğitim-kültür-ticaret
merkezlerinin varlığı ketin etrafıyla birlikte canlı ve süregelen bir kültürel birikime
sahip olduğunun göstergesidir.
Büyük Türk Padişahı Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u 1461'de fethinden sonra daha
da gelişen Trabzon'da kültür kurumlarının varlıklarına bir çok tarihi belgede rastlamamız
mümkündür. Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal ATATÜRK'ün "Halkı zeki, üretken,
girişimci ve çalışkan" olarak nitelendirdiği Trabzon'da çok gayretli çalışmalar
yapılmış, eğitim ve kültür hareketlerine büyük önem verilmiştir.
Dünyaca ünlü gezginlerin ziyaret ettiği Trabzon, yüzyıllar boyunca, bütün dünyanın
ilgisini çekmiştir. Ksenophon'dan, Evliya Çelebi'ye, Fallmerayer'den, Frunze'ye
kadar yüzlerce seyyahın ziyaret edip düşüncelerini tarihe birer belge olarak aktardıkları
"seyahatnamelerde"ki ana buluşma noktası "gizemli doğası, coğrafi konumu, Orta Asya,
Kafkasya, Uzakdoğu, Ortadoğu'nun İstanbul ve Avrupa ile ilişkisinde önemli bir ticaret
ve kültür merkezi" oluşundan kaynaklanan kentin vazgeçilmezliğidir.
TRABZON KÜLTÜR KURUMLARI
Tüm yerleşim birimlerine kadar inmiş okullarımızın yanısıra Trabzon'un kültür hayatına
renk veren, yeşermesini sağlayan kütüphane ve kültür merkezleri açısından da oldukça
zengin Trabzon'da, İlköğretim çağından - yüksek eğitime kadar aranılan bütün eğitim
kurumları bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun 17 vilayetinden biri olan Trabzon
fetihten sonra yoğun bir kültürel gelişmeye sahne olmuştur. Bu gelişme içinde kütüphanelerin
rolü büyüktür. Tarih seyri içinde kütüphanelerimizden söz etmek istiyoruz :
Saraçzade Kütüphanesi :
Saraçzade Mustafa Efendi tarafından 1762 tarihinde kurulmuştur. Ortahisar Camii'nin
karşısında bulunan mescidin üst katında bulunmaktadır.
Fetvahane Kütüphanesi :
Trabzon Valisi Hazinaderzade Osmanpaşa tarafından 1845 tarihinde hizmete açılmıştır.
Ortahisar Camii'ne batı yönünde bitişik yer alan bu kütüphanede önemli eserler bulunmaktaydı.
Trabzon'un işgali sırasında Rus asar-ı atika müzesi müdürü prof. İnavovitch Ouspenski
tarafından 497 kitap seçilerek Rusya'ya nakledilmiştir.
Ortahisar Kütüphanesi :
Ortahisar Camii doğu tarafında yer alan bir odasında 1842 yılında valiliğinin son
yılında Trabzon Valisi Hazinedarzade Osman Paşa tarafından açılmıştır.
Hatuniye Kütüphanesi :
1844 yılında Gülbahar Hatun Camii külliyesi içinde Trabzon Valisi Hazinedarzade
Osman Paşa tarafından açılması tasarlanmasına rağmen, onun ölümü üzerine kardeşi
Abdullah Paşa tarafından açılmıştır.
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Kütüphanesi
: Milli Mücadele yıllarında Trabzon'da kurulan Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti'nin kütüphanesi olarak hizmet vermiştir. Trabzon halkını milli mücadele
fikri etrafında birleştirmek için kurulan bu kütüphaneye çeşitli yollardan kitaplar
hediye edilerek zenginleştirilmiştir.
Trabzon Muallimler Cemiyeti Kütüphanesi
: Mustafa Reşit Tarakçıoğlu tarafından Trabzon'da kurulan Muallimler
Cemiyeti olarak faaliyet gösteren kuruluşun kütüphanesi idi. “Gelecek kuşakların
modern irfan ve milli düşüncelerle cihazlanmaları, milli duygularla hürmetli vatanperver,
çalışkan eleman olarak yetiştirilmelerini temin için kurulan Muallimler Cemiyeti”nin
kitaplarının daha sonra kurulan Trabzon Halkevi Kütüphanesi'ne devredilmiştir.
Trabzon Türkocağı Kütüphanesi :
Gençlerin kahve köşelerinden kurtulmasını temin etmek maksadıyla Trabzon'da Türkocağı
tarafından ilk kez 1925 yılında Çocuk Kütüphanesi kurulmuştur. Milli şuurun güçlenmesini
amaçlayan Türkocağı'nın kütüphanecilik faaliyetleri de bu amaç doğrultusunda sürmüştür.
Trabzon Halkevi Kütüphanesi :
Trabzon Halkevi 24 Haziran 1932 yılında kurup, kütüphanesini hizmete açtı. Kütüphane
1943 yılında 3000 ciltlik kitaba ulaştı. Çıkardığı “İNAN” isimli dergi ile kentin
kültürel hayatına katkıda bulundu. 47.000'e ulaşan kitap sayısı ile okuyucu hizmetlerini
geniş halk kitlelerine yaydı.
Trabzon İl Halk Kütüphanesi :
Trabzon İl Halk Kütüphanesi 1 Ekim 1927 yılında hizmete açıldı. Açıldığı sırada
adı Milli Kütüphane idi. Daha sonra Trabzon Genel Kütüphanesi olarak adı değişti.
1960 yılından itibaren de İl Halk Kütüphanesi olarak tüm Türkiye'de birliktelik
sağlanmış şekilde bugünkü ismini almıştır. 19 Mayıs 1966 tarihinde Kütüphaneler
Genel Müdürlüğü tarafından 400.000 liraya yaptırılarak bugünkü Atapark'daki yerine
taşınmıştır. Daha önceleri bugün Gazeteciler Cemiyeti olarak hizmet veren meydandaki
tarihi binada faaliyetini sürdürmekteydi.
İl Halk Kütüphanesi bugün 50.000'i aşkın kitabı, yıllık 100.000'i aşan okuyucusu
ile bilgisayarlı sisteme geçmiş vaziyette hizmet vermektedir. Ayrıca nadide el yazmaları
ve “şeriye sicilleri” ile de araştırmacılara ve tarihe ışık tutacak kaynak eserlere
sahip önemli bir kültür merkezidir.
Bugün Trabzon'da kütüphanecilik hizmetleri kırsal alana kadar yayılmış ilçelerimizin
yanısıra beldelerimizde de halk kütüphaneleri hizmet vermektedir.
Ayrıca Trabzon Belediyesi'nin Semt Kütüphaneleri ile İsmail Hakkı Berkmen Tarih
Kütüphanesi kent merkezinde önemli hizmet vermektedir.
Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin bünyesinde hizmet veren kütüphanesi daha çok akademik
personel, öğrenci ve araştırmacılara hizmet vermektedir.
TARİHİ ZENGİNLİKLER
İlimizde Kültür Bakanlığı tarafından tescillenmiş ve koruma altına alınmış 550 tarihi
tescilli kültür varlığı bulunmaktadır. Bunun yanısıra "Tabiat Varlığı" olarak belirlenmiş
ve koruma altına alınmış bölgelerimiz de bulunmaktadır.
İl merkezi ve ilçelerde sayısız tarihi esere rastlamak mümkündür. Bunların başlıcalarını
şöyle sıralayabiliriz :
"Trabzon Kalesi, Kalepark, Yenicuma Camii, Cephanelik, Su Kemerleri, Akçakale, Ayasofya,
Küçük Ayvasıl, Ortahisar Camii, Molla Nakip Camii, Kudrettin Camii, Hüsnü Göktuğ
Camii, Kızlar Manastırı, Kaymaklı Manastırı, Kuştul Manastırı, Sumela Manastırı,
Santa Maria Kilisesi, Gülbaharhatun Camii, İskenderpaşa Camii, Tophane Hamamı, Sekiz
Direkli Hamam, Meydan Hamamı, Çeşmeler, Köprüler, Atatürk Köşkü, Memişağa Konağı,
Erdoğdu Bey Camii, Musa Paşa Camii, Saraçzade Medresesi, Ortahisar Muvakkithanesi,
Emir Mehmet Türbesi, Hamzapaşa Türbesi, Bedesten"
Karadeniz kıyısında kurulmuş en eski kentlerden biri olan Trabzon'da yukarıda kısaca
isimlerini sunduğumuz eserlerin dışında her bir köyde ve mahallede sevimli çeşmeler,
evler, köprüler bize tarihin geçmiş sevimli yüzünü yansıtmaktadır. Akçaabat Orta
Mahalle, Sürmene evleri, Ortahisar mahallesindeki eski Türk evleri, konaklar bugün
bile işlevlerini yürüten diğer irili ufaklı tarihi eserlerin hepsi ilimizin birer
kültür ve tabiat varlığıdır.
TÜRKÜLER
Kısa ve nettir türkülerimiz. Öyle lafı geveleme, eğirme, büğürme yoktur türkülerimizde.
Ne denecekse söylenir. Hüküm verilir, mesaj iletilir. Kısadır, acıdır özlemler,
sevinçler, sevgiler, yergiler hep bir türkülerde dile gelir. Coşku dolu yürekler
kemençenin eşliğinde söyler türküsünü. Söyler türküsünü de, yol olur bu türkü dağ
aşar, deniz aşar, gurbet aşar sevgilinin gözünde kimi zaman bir damla yaş, kimi
zaman da gülen yüzde bir çiçek olur açar...
Yöre türkülerinde sadece sevda yoktur. Savaş, sel, çığ, vurgun, toprak kayması,
gibi durumlarda yakılan ağıtlar birer türkü olmaktan çok destanımsı özellikler taşımaktadır.
Halk edebiyatımızın en yaygın ürünlerinden olan mani biçimindeki türkülerimiz kendiliğinden
doğaçlama olarak dökülür, kemençenin tellerinde ezgi olur.
Gara gara gazanlar / Gara yazı yazanlar / Cennet yüzü görmesin / Aramızı bozanlar
Çömber çömber üstüne / Çömber bağlamadın mi / Asker ettiler beni / E gız ağlamadın
mı
Atma Türküler :
Atma türkü geleneği yöremizde yaygındır. Karşılıklı olarak bir konu üzerinde türküler
oluşturulduğu gibi, herhangi bir eğlence mekanında da eğlencelik olsun diye atma
türküler söylenir. Çoğu zaman kemençe eşliğinde doğaçlama yoluyla söylenen atma
türküler yoluyla sanatçıların birbirlerinin ustalıklarını da denemiş olurlar.
ERKEK (1) : Derin derin göllerin / Dibine dalacağım / Ahdettum yemun ettum / Kız
seni alacağum
KADIN (2) : Derin derin göllerin / Dibine dalamazsın / Ne kadar yemin etsen / Sen
beni alamazsın
KADIN (1) : Uşak gelme peşume / Anamın tek kızıyım / Nazar edersun beni / Göğlerin
yılduzuyum
ERKEK (2) : Böyü kavağum böyü / Göğe mi alacasun / Almam seni deyisun / Bekar mı
kalacasun
DEYİMLER VE ATASÖZLERİ
Trabzon'un çeşitli yörelerinde söylenen kendine has anlam ifade eden deyimler ve
yine bölgeye göre değişkenlik gösteren fakat genel anlamda atasözleri çerçevesinde
ele alınan hoş sözler vardır :
Ağzı var dili yok ... / Burnu büyümek ... / Çomak sokmak ... / Ekmek elden su gölden
... / Elin ağzında sakız olmak ... / Hayıflanmak ... / Ağzını yoklamak / Attan enup
eşeğe binmek / Sokma akıl yedi adım gider / Ander gaybana / Kesene bereket
BATIL İNANÇLAR
Batıl inançlar nerden gelip nasıl toplum içinde yerleştiği belli olmayan ama yüzyıllardan
beri belki de değişik inanışların ya da insanların kendi kurgularının sonucu hiçbir
temel dayanağı ve mantığı izahı olmadan yerleşmiş inanışlar alarak günümüze kadar
süre gelmiş olan inanışlardır. Bugün bile çeşitli şekillerde kendini gösteren bu
inanışların temelinin insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinmektedir. Yöresel özellikler
arzeden bu inanışlara ilimizde de rastlamak mümkündür. Bazı batıl inançlardan örnekler
:
- Saçayak boş olarak yanan ateşte bırakılırsa ölü suyu bekler.
- Ellerini bağlayanın kısmeti bağlanır.
- Bir kadın aş ererken birine bakarsa çocuğu ona benzer.
- Çocuğunun güzel olması için gebe kadına ayva yedirilir.
- Gece tırnak kesilmez.
- Yeni gelinin kucağına oğlan çocuk verilirse ilk çocuğu erkek olur.
- Evde incir ağacı yakılmaz yakılırsa ev ocak söner.<
- Kapı eşiğinde oturan kişi iftiraya uğrar.
Hastalıkların tedavisinde yararlı olduğuna inanılan kocakarı ya da halk ilaçları,
halk hekimliği diye anılan temelde bilimsel değeri olmamasına rağmen doğal tedavi
yöntemi olarak ta günümüzde bile tartışılan tedavi yöntemlerinin bir kısmına bütün
Anadolu'da olduğu gibi ilimizde de rastlamak mümkündür.
Arı Sokması : Arının
ısırdığı yere demir basılır.
Sarılık : Sarılığa
yakalanan hastanın ustura ile damak, el ve ayak tırnaklarının dipleri kesilir. Bu
işleme sarılık kesme denir.
Çıban : Çıbanların
olgunlaşıp boşalmaları için üzerine damar otu denilen geniş yapraklı bir ot sarılır.
Üşütme : Nezle,
grip gibi durumlarda bir bardak süte bir parmak bal karıştırılıp hastaya içirilir.
Baş Ağrısı : Başa
patates sarılır, ayrca mısır hamuru ayranla karıştırılarak bir çömberle başın ön
kısmına bağlanır.
Mide Hastalığı :
Yörenin ünlü kestane balı yedirilir.
Karında Kurt :
Çocukların ağzından sular akar, çelimsiz olurlar. Şeftali yaprağı ve ham meyvası
kaynatılır, hasta iki üç sabah aç karına içer. Kurtçuklar dökülür.
Yanık : Özellikle
yoğurt sürülür.
HORONLAR
Horon bir tutkudur Trabzon'da Kemençenin kıvrak sesi bir yerden yankılanmaya görsün,
ya da davulun zurnanın nağmeleri işitilmeye... Başlar önce ayaklar oynamaya. Sonra
eller havaya kalkar... Sonra bir sihirli alemin içinde genişler de genişler horonun
halkası...
Horon gibi canlı, hızlı bir halk oyunu yoktur. Vücudun tümünün iştirak ettiği yegane
oyundur denilebilir horona. Genelde erkek ve kadın diye horonları ayırmamakla birlikte
erkek horonlarının daha sert, kadın horonu ise daha yumuşak figürlerle oynanmaktadır.
Horon dizisi iki kişiden oluşsa bile içlerinden biri mutlaka horonbaşıdır. Horonu
ya çalgıcı ya da içlerinden usta olan bir horoncu yönetir. Horoncuların coşkularını
canlı tutmak, horon kurmak, aşağı almak, değişik horon düzenine geçmek için horoncubaşı
farklı komutlar verir. Horoncular “yürüyürü, dik oyna, kim ula, dikkat dikkat, ha
uşak ha, alaşağı, ula ula, aloğlu, kim kim kim, şaşma, horonu bozma, taktum,...”
gibi horoncubaşı tarafından verilen komutların ne anlama geldiğini bilirler ve horon
düzenini buna göre sürdürürler.
BİLMECELER
Hattur hurttur arnavuttur, adam kapar. (Isırgan Otu) / Üstü çayır biçerim, altı
çeşme içerim. (Koyun) / Soluğu var canı yok, gövdesi var kanı yok. (Körük) / Sarıdır
sarkar, düşeceğim diye korkar. (Ayva) / İp çektim küp geldi. (Kabak) / Ağzı açık
alamet, içi kızıl kıyamet. (Fırın) / Allah yapar yapısını, bıçak açar kapısını.
(Kabak) / Yer altında evleri, eğri büğrü yolları. (Karınca)
YEMEKLER
Trabzon yemekleri denince akla hemen, mısırdan, lahanadan, hamsiden, fasulyeden,
patatesten, pidelerden, turşudan meydana gelen yüzlerce yemek tarifi gelir. Trabzon
mutfağı zengin bir mutfaktır. Kim sevmez karalahana çorbasını, kim istemez kıymalının,
peynirlinin damakta kalan tadını. Hani derler ya hamsinin kırk çeşit yemeği yapılır
Trabzon'da... Doğrudur, hamsi kışın sofraların baş tacı yazın da yaylalarda, köylerde
soğuk suların başında tuzlamasıyla aranan yiyeceğidir... Hamsi denince akla Trabzon,
Trabzon deyince de akla hamsi gelir...
Trabzon'un yemeklerinin başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz : Mısır sarması, etli
lahana sarması, içli tava, hamsili pide, hohollu pide, pazı burmalısı, hamsili pilav,
kuymak, su böreği, yufka tatlısı, laz böreği, gulya, turşu kavurması, pazı plakisi,
lahana kavurması, kaygana, hamsi kuşu, mısır çorbası, ısırgan çorbası, hamsili pilav,
hamsili ekmek, etli mısır sarması, Trabzon kebabı, Hamsiköy sütlacı, zumur, kaz
kaldıran, hoşmeli, tomara kaygana, hamsi plaki, sütlü kabak, lapa, borani, hamsi
çıtlaması, hamsi ızgara..
DOĞUM
Doğumdan ölüme kadar kültürümüzün bütün renklerini görebildiğimiz yöremizde her
anlamlı günün bir geleneği ve adeti vardır. Mesela hamile kadına çok iş yaptırılmaz.
Ağır yük taşıttırılmaz, doğum yapan geline hediyeler alınır, komşuları yemek getirir,
çocuğun kundağına para konur, altın takılır, iki lohusa kadın basmasın diye kırkı
çıkana kadar birbirini ziyaret etmez. Mevlit okutulur, dualar edilir çocuğun da
annenin de sağlık ve sıhhati temennisinde bulunulur. Biraz da erkek çocuğu oldu
mu sevinç daha fazla olurdu. Ama günümüzde bu anlayış ta artık ortadan kalkmaktadır.
SÜNNET
Erkek çocukları yaşı çok geciktirilmeden sünnet ettirilir. Tek yaşlarda sünnet ettirilmesine
özen gösterilir. Eskiden eli çantalı sünnetçiler köylerde dolaşıp çocukları sünnet
ederlerdi. Çocuklar da bunları gördüklerinde canlarının yanacağını anlayınca kaçarlardı.
Şimdi sağlık mensuplarına sünnet ettirilmekte. Çoğunlukta da çeşitli kurum ve kuruluşlar
tarafından toplu sünnet törenleri düzenlenmektedir. Çalgılı sünnet törenleri olabildiği
gibi mevlitli sünnet törenleri de yapılmaktadır. Sünnet öncesi çocuklar gezdirilerek
gönülleri hoş edilir, sünnet sonrası aile yakınları konu komşu çocuklara para, altın
veya çeşitli hediyeler verilir. Yemekler yenir, “İnşallah evlilik mürivetini de
görürsünüz” diye anne ve babaya iyi dileklerde bulunulur.
DÜĞÜN
Çoğu zaman gençler birbirini ya düğünde, ya yaylada, ya bir şenlikte ya da çarşı
pazarda görür ve “gönlüne düşürür”. Aile büyükleri devreye giren yengeler görücü
olur. Kız da, oğlan da beğenilme aşamasında birbirini tanımaya çalışır. Ama en son
söz aile büyüklerinindir. Kararı aile meclisi toplanır verir. Ama ailenin “rıza”sı
kimi zaman tam değildir. Karar olumsuzdur. Birbirlerini seviyorsa gençler, ortaya
bölgemizde halen geçerli olan “kız kaçırma” olayı çıkar. Evlenecek olan gençler
birbirlerini ne kadar sevse de son sözü aile büyükleri söyler. Kız istemek için
ailenin büyükleri, annesi, babası, ağabeyi, ablası, akrabalarından amcası, dayısı
veya bir başka büyüğü kızın evine gider. Ön konuşmalar ve genel sohbetlerden sonra
laf bir şekilde esas konuya getirilir ve kızın ailesinden “Allah'ın emri peygamberin
kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” denir. Kız tarafı da hemen tamam demez. “Nasipse,
kısmetse, bakalım bir düşünüp karar verelim” deyip, işi ağırdan alarak kendini “naza
çeker”. Erkek tarafı “he, tamam, olur” cevabını alabilmek için kız tarafının kapısını
biraz aşındırmak zorunda kalır. Kız tarafı sonunda razı olunca “söz kesilir.” Bir
küçük bahşiş sonunda kızın nüfus kağıdı ailenin o andaki en büyüğüne işlemeli mendile
veya özenle hazırlanmış bir zarfın içene koyularak verilir. Hayırlısı olsun temennisiyle
kız tarafının ikramlar yendikten sonra evden ayrılınır. Söz kesme olayından sonra
sıra “nişan”a gelmiştir. Nişanda kız ve erkek tarafı karşılıklı olarak birbirlerine
gelin ve damat adayına hediyeler alır. Bu arada düğün tarihi için karar verilir.
Yeni evlilere alınacak eşyanın kim tarafından ne alınacağına karar verilir. Düğün
zamanı gelince “ağırlık görme” ye gidilir.
Cuma günü, kızın çeyizi oğlan evine götürülerek yerleştirilir. Komşular düğüne davet
edilir. Cumartesi gününün gecesi kız evinde yapılan ve sabaha yakın sona eren şenliğe
ise “kına gecesi” denir. Eskiden kına gecesi Çarşamba günü akşamı yapılır, Perşembe
günü, düğün olur. Cuma günü de “Cumalık” yapılırdı. Kına gecesi, kadınlar ve genç
kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Bu gecede, kadınlar ve genç kızlar gelin
evine toplanmaya başlarlar. Çeşitli çalgılar çalınmak ve oyunlar oynanmak suretiyle
eğlenilir ve kız ağlatılır. Gelini ağlatmak için kızlar maniler, türküler ve ilahiler
söylerler.
Düğün günü (Perşembe veya Pazar) erkek tarafı kalabalık bir grup halinde öğleye
doğru, tabanca - tüfek ata ata, yaya ve atlı olarak gelin evine gidilir. Hemen kızı
alıp dönmek isterler. Ancak kız tarafı misafirlere yemek ikram ederler. Yemekten
sonra, kızın bir erkek kardeşi, o da yoksa dayısı, erkek tarafından bahşiş alır
ve kızı ata bindirilir. Yine silah atıla atıla erkek evine doğru yollanılır. Eve
varıldığı zaman kız attan indirilerek evin içine alınır. Daha sonra erkekler ve
kadınlar ayrı ayrı yerlerde düğüne devam ettirirler. Düğün şenliklerinde horon tepmek
vazgeçilmez bir adettir. Akşam olunca gelin ve güvey yan yana durdurularak her ikisine
de şerbet ikram edilir. Daha sonra köyün hocası getirilerek dini nikahları kıyılır.
Gelin evinden en son kızın çok yakını olan iki kadın ayrılınca düğün bitmiş olur.
Ertesi gün ise Cumalık yapılır. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar ve geline hediyeler
verirler. Düğünden bir hafta sonra ise, erkek tarafı kız evine “yedi” ye gider.
Damat büyüklerin elini öper, sini ve sofraya davet edilir. Sofrada önüne, üstü kapalı
üç tabak koyulur, birinde yumurta, birinde sütlaç ve birinde de su vardır. Damattan
yumurtayı bulması beklenir. Geç saate kadar kızın babasının evinde kalınıp, güzelce
ağırlandıktan sonra geriye dönülür. Günümüzde bu adetlerin büyük bir kısmı “salon
düğünleri” nedeniyle yaşatılmaz olmakla birlikte, köylerimizde geleneksel düğün
törenlerine rastlamaktayız.
ÖLÜM
Düğünler kadar da ölümler de hayatın bir parçasıdır. Sevinçte bir olan halkımız
hüzünde de beraberdir. Mahalle veya köy camiinde selalar okunur. Kent merkezinde
belediye hoparlöründen ilan yapılır. Ölen kişinin ailesinin kimliği tanıtılır. Ölü
evine akşamdan taziyeye gidilir. Evde sabaha kadar ölünün yakınları ile birlikte
oturulur. Sabahleyin defin hazırlıkları başlar. Bu arada civar komşular ölü evine
yiyecek getirir. Üzüntülü olan aile bireylerine katkıda bulunulur. Cenaze eş, dost
ve komşular tarafından kaldırıldıktan sonra evde Kur'an-ı Kerim okutulur. Başsağlığı
dilekleri kabul edilir. Kırk mevlidi, ölünün kırkıncı gününde yapılır. Mezarlar
bakımlı ve düzgün tutulmaya çalışılır. Bilhassa dini bayramlarda olmak üzere mezarlar
sık sık ziyaret edilerek dualar, Kur'an-ı Kerim okunur.
|